Kültür

Doğala Dönüş Mücadelesi

beslanme alışkanlıkları

Beslenme Alışkanlıkları ve Doğala Dönüş Mücadelesi

Geriye dönüp baktığımızda, çok değilmiş gibi geliyor 25-30 sene önceleri. Domatesi kendi bahçemizden doğallığı ile taze nane kokuları arasından toplayıp, kahvaltımıza dâhil ettiğimiz günler. Kış aylarının vazgeçilmezi keçi sütü ve doğal yayla balı. Taşlar arasında sıkılmış salamura veya oğlak derisine basılmış çörekotlu-tam yağlı tulum peyniri, yanında köy unundan yapılmış sıcacık bazlama.

Eğer yufka bitmiş ve komşularla yufka yapma günü ise; yine yukarıda bahsettiğim, bahçeden topladığımız yeşil soğan filizleri, maydanoz ve salamura peyniri ile yapılmış, tereyağlı börek eşlik eder, odun ateşinde pişen çayın yanına. Kuzine soba üstünde ısıtılmış gevrek yufkaya da tarhana çorbası eşlik eder sabahın erken saatlerinde. Gezmiş tavukların yumurtalarının da her çeşidini anında bulmak mümkündü. Sadece kahvaltı adına bile sayfalarca yazılabilecek doğallık vardı o zamanlar.

Öğle yemeklerinde, doğal domatesle kavrulmuş fesleğenli kabak yemeğinin mutfaktan gelen kokusu bile iştah kabartırcasına ve ‘kabak tadı verdi’ deyimini o zamanlar duymak bile mümkün değildi. Köy bulgurundan yapılmış ‘cive’ adı verilen soğanlı domatesli bir yemek vardı ve bakraçta mayalanmış yoğurtla soğutarak yenirdi. Kış aylarının vazgeçilmezi arapaşı çorbası içimizi ısıtırdı.

Yaylalara çıkıldığında büyükannelerimiz, odun ateşinde un helvası yaparlardı. O simsiyah dışı kurum bağlamış tavalarda, ölçüsüz ve reçetesiz, göz kararı olmasına rağmen lezzeti dillere destan. Zaten o havalarda ‘sıkma’ adını verdiğimiz şekerli yufka bile tadından yenmezdi.

Bu ve benzer hikâyeleri yaşamayanların bile, en az bir kere de olsa sohbetlerine konu olmuştur geçmiş zaman beslenme alışkanlıkları. En önemlisi de, bu hikâyede ki ürünlerin tamamının mevsiminde ve doğal olması.

beslenme-aliskanliklari-1

Photo by Pezibear on Pixabay

Şimdilerde ise ‘nerede o eski bayramlar’ deyimi gibi nerede o eski yemekler dediğimiz kadar, nerede o eski büyükannelerimizin yemekleri demek içten bile değil. Başta teknoloji olmak üzere birçok faktör, öncelikle doğal tohumların kaybolmasına, daha sonra da müstakil köy bahçelerinin neredeyse tamamının yok olmasına sebep olmuştur.

Böylelikle de doğal ürünlerin yerine, raf ömrünü uzatacak katkılar içeren konserveler, seriye bağlanmış yumurta üretimleri ve buna benzer birçok ürün paketlenmiş ekmeğe varana dek raflarda. Kolay olanı hepsine bir çırpıda ulaşabiliyor olmamız. Zararlarını görmemiz çok uzun zaman alabildiğinden doğallıktan uzaklaşarak kimi zaman da mecburen tüketmeye devam ediyoruz.

Son zamanlarda çağın sorunu haline gelen obeziteyi bile teknoliji destekledi ve bu tehlike kartopu gibi büyümeye devam ediyor. Basitçe düşündüğümüzde bile bu durum kendiliğinden çözümleniyor.

Eskiden insanlar, beslenme ihtiyaçlarını kendi bahçelerinden sağlamasının yanında, ürünlerin bütün aşamalarında yani tohumu ekme, sulama, çapalama, hasat etme ve pişirme aşamalarına eşlik ederek aynı zamanda doğayla baş başa olurlardı. Günümüzde de her şey soframıza kadar hazır gelince sağlıklı yaşamı, ya doğa yürüyüşlerinde ya da spor salonlarında arar olduk.

Kısacası, her mevsim domatesin soframıza gelmesi aslında zenginlik gibi görünse de fakirliğin ta kendisi. Uzmanların da belirttiği üzere, meyveleri ve sebzeleri mevsimine göre tüketmeliyiz. Böylelikle eskilere dönüp büyük anne sofralarındaki gibi beslenemesek de en azından mevsimine göre ve taze tüketerek bir nebze olsun dikkat edebiliriz.

Eskide kalmış doğallıkları yaşatabilmemiz dileğiyle. Sağlıklı sofralar ve mutlu yarınlar.